Seçim ve hukuk! Antalya’nın dertlerini konuşmaya devam edecektik, ‘‘Anayasa tanımazlık’’ krizi patladı. Konu, medyamızın bir kesiminde birkaç gün sıcak gündem oldu, yavaştan soğumaya başladı. Temel hak ve özgürlüklerin anayasa ve yasalarla belirlenen sınırları, yönetimlerin bu sınırlara saygısı, bir ülkedeki yönetim sisteminin niteliği bakımından en temel göstergedir.

Ülkedeki sistemin resmi adının ‘‘kraliyet, cumhuriyet vs’’ olması, anayasa ve yasalarında en özgürlükçü tanımların yer alması önemli değildir.

Siyaset bilimi başta olmak üzere sosyal bilimler pek çok ölçek geliştirmiş.

İktidarların oluşumu, yönetimlerin ne kadar eleştirilip denetlenebildiği, yasalara ne kadar uyulduğu; yoksulluk ve zenginlikteki kümelenme, gelir dağılımı ve paylaşımın ne kadar adil olduğu, adalet sistemindeki işleyiş, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim gibi pek çok konuya bakılıyor.

‘‘Salın da gel meydan kız görsün’’ hesabı, bu ölçeklerle çapın çevren, enin boyun ölçülüp puanlanıyor ve gradon bulunuyor. Yönetim biçimlerini niteleyen ‘‘demokratik, despotik, monarşik, kleptokratik, bürokratik, oligarşik’’ gibi sıfatlardan hangisine layıksan, adın konuyor. Yasaların varlığı, çağdaş hukuka uygunluğu, iktidarların yasalara uyup uymaması, yönetimlerin niteliğini gösterir.

Çünkü...

Yöneticilerin ve-veya yönetim organlarının yasalara (en başta anayasaya) uymadığı yerde, ‘‘keyfi yönetim’’ var; yönetimde olanlar devlet gücünü istediği gibi kullanıyor-kullanabilir demektir. Tüm ülkelerin iç hukukunda anayasa en tepededir; temel toplum sözleşmesidir. Ülkedeki yönetim biçimini, buna uygun olarak temel hak ve özgürlükleri tanımlayıp korumaya alır. Temel hak ve özgürlüklerin çiğnenmesi ağır suçtur. Bu suçu bireyler bireylere karşı işlediğinde devlet gücü kullanılarak adalet tecelli ettirilir, hak teslim edilir.

Devlet organları veya görevlileri tarafından (devlet gücü kullanılarak) aynı suç işlenirse ne olacak, adalet hangi güçle, nasıl tecelli ettirilecek? “Demokratik” denilen sistemlerde buna çare olarak, anayasa mahkemeleri kurulmuştur. Bu mahkemeler, anayasada belirtilen temel hak ve özgürlüklerle ilgili herhangi bir anlaşmazlık-uyuşmazlık halinde en üst karar organıdır. Kararları tüm özel ve tüzel kişileri bağlar. Bir yönetici veya yönetim organı ‘‘Özgürlüklerin sınırlarını ben belirlerim, anayasayı da, anayasa mahkemesini ve kararlarını da tanımıyorum’’ der ve bunu uygulamalarıyla ortaya koyarsa, anayasayı çiğnemiş olur. Bu da “bir ülkede hukuk güvencesi yok-kalmadı" diye yorumlanır.

Medyamız 31 Mart yerel seçimlerine kilitlendi. Adaylar açıklanmadan önce hemen herkes, hangi partinin kiminle kazanabileceğini belirterek, isimler pompalamaya başladı. Adaylar açıklandıkça da yandaş veya karşıtlığa göre pozisyon alarak tümüyle seçime odaklanacak. Benim “şu parti, bu aday" demeden bir önerim var. Seçim propagandalarının yanında, İşçi Partisi Milletvekili Can Atalay kararını izleyin: Temel hak ve özgürlükler çiğnenmeden, Anayasa Mahkemesi kaldırılıp ya da yetkileri budanmadan sorun çözülecek mi?

Hukuk otoritelerinin söylediği gibi ‘‘Anayasa tanımazlık’’ sürecek mi?.. Oy verirken de şunu unutmayın: Hukuk guguklaşırsa gerisi boştur. İhale kıyağı, imar bekleyen arsa rantı, belediyeden herhangi bir kadro için açılacak kapı bile kimseye güvenli gelecek sağlamaz. İtiraz ve hak aramanın yolunu kapanır, sürekli itaat ve boyun eğmenin yolu açılır.