Bir gün önce helikopter kazası, bir gün sonra fabrika patlaması. Televizyonda birileri bir şeyler söylüyor; iş güvenliği, güvenlik önlemleri, bakım onarım vs vs… Yanıtlanması istenen ancak bazılarının kolay kolay yanıtlanmayacağı bilinen sorular var. Dinledikçe karamsarlığım artıyor, umutsuzluğa sürükleniyorum. Ekrandaki görüntüler silikleşiyor, özellikle de konuşanlar küçülüyor küçülüyor, sanki başka bir boyuta sürükleniyorum. Tren katliamlarında, maden göçüklerinde, grizu patlamalarında, çürük binalar nedeniyle depremlerde, imar ihlalleri ya da ihmalleri nedeniyle su-sel baskınlarında can verenler; onlarca canın hesabını sormayanlar, vermeyenler; komedi gibi davalar geçiyor gözümün önünden. Bir de kanıksadıklarımızı, çoklu ölüm olmadığı için görüp duymadıklarımızı düşünüyorum.
Neden bu türden olayların hep yoksul ülkelerde olduğu, neden hep yoksulların öldüğü sorusu çörekleniyor beynime. ‘‘Fıtrat’’ söylemi dönüp durmaya başlıyor sonra, yüreğim daralıyor.
Rahmetli Refik Durbaş’ın dizeleri dökülüyor dilimden…
‘‘Elim sanata düşer usta
Dilim küfre, yüreğim acıya
Ölüm hep bana
Bana mı düşer usta?..’’