Üzerinde yaşadığımız bu büyük coğrafya tarih boyunca pek çok siyasal ve ekonomik gelişmelere tanık oldu.
Osmanlı İmparatorluğu parçalandı, on binlerce insanın yaşamına neden olan Kurtuluş Savaşı sonrası Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti kuruldu ve çok partili sürecin başlamasıyla ara ara istikrarsız süreçler, darbeler ve ekonomik krizler yaşandı.
Ama en büyük sıkıntılar daha çok ekonomik nedenlere bağlı olanlardı. Hala da benzer sıkıntıların içinden geçiyoruz.
Yoksul Anadolu emekçileri Avrupa ile 1961 yılında tanışmaya başladı. Ucuz iş gücü açığı bulunan Almanya Türkiye’den emek gücüyle çalışacak insanlar istedi. Sirkeci garından kalkan ilk trenler Türk işçilerini akın akın Almanya’ya götürdü. Sağlamlar mı diye ciğerlerine, kalplerine, ellerine, ayaklarına dillerine baktılar bizimkilerin. Seçip aldılar ve çalıştırdılar. Bugünkü zengin Almanya’nın kalkınmasında Türklerin çok önemli katkısı olduğu su götürmez bir gerçek. Oraya gidenler para biriktirip dönecek, köylerine bir ev yaptıracak, hakları olduğu için araba da getireceklerdi. Çoğu vatan hasreti içindeydi, dönenler oldu, orada kalıp çoğalanlar. İşte o ilk işçilerin çocukları bugün üçüncü kuşak olarak artık zar zor Türkçe konuşan kimileri de Alman vatandaşı olarak orada yaşamlarını sürdürüyor. Sadece Almanya’da farklı kentlerde yaşayan Türklerin sayısı bugün 3,5 milyona dayanmış durumda.
Orada emekli olup Türkiye’ye gelenler ya da üçüncü kuşak olarak yaşamlarını sürdürenler, meslek sahibi olanlar, işyerleri açanlar, bilim yapanlar şöyle ya da böyle düzenlerini kurdular ve hayatlarını sürdürüyorlar.
Şimdi ise üzerinde derin derin düşünmemiz gereken yeni bir durumla karşı karşıyayız. Bu yeni durum son yıllarda ülkemiz insanlarının Avrupa’ya gitmek istemeleri. Komşudaş ülkelerin vatandaşları akın akın bize gelmek isterken, bizler ise Avrupa’ya kaçmak, ilticacı olmak istiyoruz. Yani sığınmacı olmak. Bu çok acı bir durum. Resmi istatistiklere göre, ağırlıklı olarak Almanya’ya iltica başvurusu yapan Türk vatandaşların sayısı 2022 yılında 50 bine dayandı. Dünya sıralamasındaki yerimiz de Suriye, Afganistan ve Venezuela’dan sonra dördüncülük.
Almanya Federal Göçmen ve Mülteci Dairesi’nin geçtiğimiz Ekim ayı son verilerinden anlıyoruz ki, Türk vatandaşları sığınma başvurusunda ikinci sıraya yükselmiş.
Bir insanın, doğduğu büyüdüğü, havasını soluduğu, kültürünü, dilini, köklerinin salındığı toprakları terk etmek istemesi çok kolay anlaşılır bir şey değil. Geçmişte Nazım Hikmetlerin, Zekeriya Sertellerin, Yılmaz Güneylerin, Melike Demirağların, Fuat Sakaların, Cem Karacaların ve daha nicelerinin hatta kaçarken sınırda öldürülen Sebahattin Alilerin gidişlerini anlayabilirsiniz, çünkü onların yaşamlarını zindan eden ağır siyasal koşullar vardı.
Bugünkü gidişleri, kaçışları, yok oluşları anlayabilmek için de tabi ki kâhin olmaya da gerek yok. İki neden öne sürülüyor. Birincisi ekonomik diğeri siyasal. Keşke her gitmek isteyene ya da gidene “Neden nedir” diye sorulabilse ve daha detaylı istatistiki veriler ortaya çıksa.
Ama bendeniz yurtdışında üniversite eğitimi almak için çeşitli Avrupa diğer ülkelere giden (tahminen 150 bin) bazı öğrencilerle görüştüm, onların fikirlerini dinledim. Söyledikleri özetle şu:
“Ülkemizde eğitim çok kötü, mezun olunca iş bulmak çok zor, bulunsa dahi asgari ücret düzeyinde geliriniz oluyor. Bizim hayallerimizi karşılamıyor ve zor da olsa oralarda hayat kurmak istiyoruz”
Bir bölümü de siyasal iklimi çok tahrip ve tedirgin edici bulduğunu ifade etti bana.
Evet acı ama böyle. Ülkemiz adına çok düşündürücü bir durum. Hele hele bunlara ilave olarak eğitimli işgücünün, başta doktorlar olmak üzere dünyanın farklı ülkelerine yelken açmaları da hakikaten acıtıcı.