Dağlar yeryüzünü ayakta tutan direklerdir. Bu direkler yıkıldıkça hepimiz altında kalıyoruz…

Bugün 11 Aralık Uluslararası Dağ Günü. İnsanlık dağları taklit ederek ayağa kalktı ve mimari eserler kondurdu yeryüzüne. Piramitlerden Zigguratlara, kulelerden gökdelenlere hemen hepsi yücelere öykünmenin, doğayla yarışın dışavurumuydu.

Türkiye bir dağ coğrafyası. Üç kıtanın özeti olan Anadolu’nun dağlar binlerce yıldır yaşam kaynağı. Nehirler, dağların koynundan denizlere uzanan bu coğrafyanın can damarları. Binlerce dere, bu can damarlarını besleyen kılcal damarlar gibi coğrafyanın sağlıklı ve zinde olmasını sağladı. Bu yüzden bu coğrafyanın insanı her büyük yıkımda, her savaşın sonunda, her ağır buhranda yeniden ve yeniden coğrafyaya sırtını yaslayarak ayağa kalktı.

Dağlarını koruyamayan, dağlarını tutamayan toplumlar kendi limanlarında boğulur. Bu hep böyle oldu. Alplerden Himalayalara uzanan büyük dağ silsilesinin bir uzantısı olan Toroslar, batıdan doğuya büyüklü küçüklü onlarca zirveyi barındırır.

Yıldız Dağlarından Uludağ’a, Sultandağları’ndan Gidengelmez’e bu coğrafyanın öyküsü dağların eteklerinde yazıldı. İnsanlık tarihinin en görkemli kentleri dağların bereketinin serildiği coğrafyalarda kuruldu. Dağlar, binlerce yıllık bilgeliği ve tanıklığıyla gidenlerin öykülerini kalanlara aktarır durur. Dağın dilini bilirsen, kendi yolunu bulursun…

Demirkazık, Kızlar Sivrisi, Dippoyraz, Anamas, Dedegöl, Kaçkarlar, Akdağ, Ilgaz, Bulgar Dağları, Amanoslar, Nemrut, Raman, Küpelidağ, Karacadağ, Cilo ve Ağrı…

Dağlar yeryüzünün dilidir. Bu dağlar olmasaydı coğrafya dilsiz, sessiz ve ıssız kalırdı. Orta Anadolu’dan, Erciyes’i, Antalya Körfezi’nden Beydağlarını, Edremit Körfezi’nden Kaz Dağlarını, Bafa Gölü kıyısından Beşparmakları, Van Gölü Kıyısından Artos Dağı’nı, Eğirdir’den Sivridağ’ı, Beyşehir Gölü kıyısından Dedegöl’ü, Isparta Ovası’ndan Davraz Dağı’nı, Düziçi’nden Düldül Dağı’nı, Iğdır Ovası’ndan Ağrı Dağı’nı gören biri için dağlar bu coğrafyanın kalbidir.

Bugün bu güzel coğrafyanın kalbi delik deşik edilircesine, can damarları kesilircesine yok edilişine tanıklık etmek, bu zamanın insanı için ağır bir sınanma biçimi. Sanki bu büyük yok oluşa tanıklık etmekle lanetlenmiş gibiyiz. Taştan çakıla paraya çevrilebilen her türlü doğal değerin vahşi madencilik torbasına konulması ve onlarca başka yıkım projesi bu coğrafyanın dağlarını lime lime ediyor. Dünyada dağları bu kadar yağmalanan başka bir ülke var mı, bilmiyoruz.

Ancak bildiğimiz bir şey var ki; bu dağlar olmasaydı bu benzersiz kentler, bu büyük insanlık öyküsü, bu dereler, bu göller, bu kuşlar, allı pullu balıklar, bu al elmalar, bu mor salkımlı üzümler, bu zeytin burunlu tilkiler, bulutlarla yarışan kartallar olmazdı…

Bu dağlar olmasaydı, bu masallar, bu türküler ve her duyduğumuzda ruhumuzu titreten sazlar olmazdı. Curasız, sipsisiz, duduksuz, tulumsuz, gaydasız ve delbeksiz ıssız bir çöle dönerdi bu coğrafya…

Denizden ortalama yüksekliği 1100 metreyi geçen nadir bir coğrafyadayız ve bu ayrıcalık Anadolu’yu binlerce yıldır ayakta tutan doğal direnç kaynaklarından biri. Suyun, iklimin, gece ve gündüz arasındaki ısı farkının yarattığı bir zenginlik kaynağı. Ancak bu ayrıcalığı yok etmek için ne gerekiyorsa yapılıyor bir süredir.

Bugün 11 Aralık Uluslararası Dağ Günü. Bu topraklarda bir süredir suyu, dağı, toprağı ve ağacı kutlamak için değil, adeta yas için anıyoruz…

Dağlar yeryüzünü ayakta tutan direklerdir. Bu direkler yıkıldıkça hepimiz altında kalıyoruz…