‘‘Arkası gelmez dertlerimin, bıktım illallah/ Biri biterken öbürü de başlar, vermesin Allah/ Böyle gelmiş, böyle gidecek, korkarım vallah…’’
Işıklar içinde uyusun Erkin Koray, sanki şarkı sözü değil de yaşadığımız günlerin özetini yazmış.
Hemen her gün, hemen her alanda akıl sınırlarını zorlayan olaylar oluyor.
Yaşadıklarımızın binde biri, yöneticilerinden hesap sorulabilen, yöneticilerin hesap vermek zorunda oldukları, devletin güçler ayrılığı temelinde yapılandığı demokratik bir ülkede yaşansaydı yer yerinden oynardı.
Siyaset ve ekonomi dünyasındaki akıldışılıkları bir yana bırakıyorum. Son iki ay içinde Narin Güran olayının şokunu yaşarken bebek istismarıyla sarsıldık.
‘‘Bu kadarı olmaz’’ dedikçe daha beteriyle karşılaştık; onca bebeğin daha dünyaya gözünü açar açmaz para uğrunu ölüme yollandığını öğrendik.
Ve…
Başkentin göbeğinde, yüksek güvenlikli olması gereken ve öyle olduğu sanılan çok çok önemli bir tesise teröristler girebildi.
Aslında bu tür olaylar ne ilk ne de son olacağa benziyor.
Çünkü ülkenin son 40-50 yılına baktığımızda, denge unsurları oluşturulmadan değişim- dönüşüm rüzgarlarına kapıldığımızı, her dönemin egemenlerinin tehlikeli gidişlerde fren görevi yapan kurumları, kuralları yok edip direnişleri kırdığını, direnenleri biçip geçtiğini görürüz.
1970’lerin sonunda liberalleşme şarkılarına başlandı, ancak vahşi bir sömürü düzenini frenleyecek özgürlükler ve örgütlenmeler olmasın istendi; temel hak ve özgürlükler budanarak 1980’lere girdik.
Bu dönemde ‘‘Devlet fabrika işletmez’’ diyerek kamu tu kaka ilan edilip ‘‘piyasa ekonomisi’’ yüceltildi.
Ancak liberal sistem ve sağlıklı işleyen piyasa ekonomisinin, temel hak ve özgürlüklerin çok iyi korunduğu, güçler ayrılığına dayalı demokratik hukuk devletiyle mümkün olduğu göz ardı edildi. Devlete sırtını yaslayan iş güç sahibi olup zenginleşti, ayrı düşenleri kurtlar kaptı.
Bozulma, işlem yaptırırken dosyanın arasına üç beş kuruş sıkıştırmalardan çantalarla taşınan rüşvetlere vardı. Artık ülkeler ve kıtalar arası transfer iddiaları söz konusu.
Finans piyasasından sağlık ve eğitime yaşamsal önemdeki pek çok sektör, kuralsız at koşturulan alanlara dönüştü.
Bu ülkede, kapitalizmin kalesi ABD’ye sokulması bile yasak olan kalp kapakçıkları hastalara takıldı. İlgili kurumların yetkilileri ‘‘kalp kapakçığı ithalinin bakanlıkla ilgisinin bulunmadığını, stent, kalp pili ve kapak ithalinde inisiyatifin tamamen firmalarda’’ olduğunu söyledi.
Bugün bozulmanın geldiği son noktadayız. Bir kere delinen anayasa, artık yok hükmünde. Olaylara ve güne göre kuralların değiştirilebildiği, eşitlik yargısının yerini ‘‘fıtrat’’ yorumunun, liyakatin (yeterlilik) yerini sadakatin aldığı; hırsızlık ve arsızlığın yapana göre günah veya mubah sayıldığı günlere geldik.
O yüzden ‘‘ne ilk ne de son olacağa benziyor’’ dedim.
‘‘Bir gün kader bize de güler, güler inşallah!..’’