Ne var ki, tüm bu yenilikçi ve hayatı kolaylaştıran gelişmelere karşın yaşanan felaketlere karşı çareler üretmekte zorlanıyoruz. Örneğin deprem… Çünkü yerkürenin dibini henüz tam bilemiyoruz. Bildiğimiz, o da tahminlere dayalı, içi fokur fokur kaynayan bir tencerenin kapağında oturuyor oluşumuz. İşte o kapağın altında sıcak bir bulamaç var ve kırıklardan dışarıya çıktığı zaman yarattığı sürtünmeyle deprem oluşuyor. Kıtalar sürekli hareket halinde ve varoluştan bu yana devamlılık gösteriyor. O nedenle yerkürenin hemen her noktasında irili ufaklı sallantılar oluyor, kimi çok büyük insan kaybına ve yıkıntılara yol açıyor, kimi daha hafif atlatılabiliyor.
Üzerinde yaşadığımız Anadolu toprakları maalesef deprem kuşağında yer alıyor ve tarihsel kayıtlar da dahil bugüne değin on binlerce insanımız öldü. Kahramanmaraş merkezli depremde 50 binin üzerinde canımızı kaybettik, kentler harabeye döndü ve milyarlarca liralık faturalarla karşılaştık. Son Japonya depreminde 78 insan kaybı ile karşılaştırıldığında hemen hemen aynı büyüklükteki Kahramanmaraş depreminde yaşamını yitirenlerin sayısı muazzam düzeyde.
Bunun nedeni konusunda yorum yapmaya gerek yok, çözüm geçmişten ders çıkarmak, çelik ve betonla güçlendirilmiş dayanıklı yapılar inşa etmek, deprem anında insanların neler yapması gerektiği konusunda eğitim vermek, arama kurtarma faaliyetlerini toplumun her katmanına yaymak.
Bu felaketleri önleyebilmek için zeka da şart değil. Biraz akıl lazım, ortak irade ve kararlılık gerekir. Kamu otoritesi elbette başat olarak önemli, para ile güç onda var. Yerel yönetimlerin ise elleri kolları bağlı ancak onlar da kentsel yapılar konusunda çok duyarlı olmak durumunda. Örneğin yakında yapılacak yerel seçimlerde depreme karşı neler yapılabileceğini vaat olarak seçim bildirgelerine koyabilir adaylar. Yapılacak bir başka önemli iş daha, toplumsal duyarlılığın arttırılması. Kahramanmaraş depreminde yurdun dört bir yanandan yardımlar gitti, Antalya Büyükşehir Belediyesi ve tüm ilçeleri bölgeye arama kurtarmaya yardımcı ekipler de gönderdi. Sonrasında örneğin hem Büyükşehir hem Muratpaşa, hem Kemer gibi belediyeler arama kurtarmak konusunda AFAD’dan eğitim aldılar, böylece toplumsal bilinç oluşturuldu.
İyi de iş sonunda dönüp dönüp depreme dayanıklı alanlar ve yapılarda yoğunlaşıyor. Şayet her deprem sonrasında göçük altındakilere “Kimse Yok mu?” diye çaresizce bağırmak istemiyorsak bilimin ve aklın peşinden gitmek zorundayız!
Nasıl olsa seçim var kimse bir şey yapamaz diye eline kazma küreği alıp istediği yapıyı istediği yere inşa etmek isteyenlere fırsat verilirse günün birinde duyacakları sesi tahmin eder gibiyiz:
“Kimse yok mu?”