Eskinin bir adabı vardı

İnsanların yaşamında kavramlar nerede anlam bulmaya başlar, hiç düşündünüz mü? Doğduğunuz, büyüdüğünüz aileyi, yetiştiğiniz çevreyi, aldığınız eğitimi, akraba ve arkadaşlarınızı bir bir göz önüne bir getirin, bakın neler göreceksiniz.

Bizim gibi feodaliteden, moderniteye, geçen toplumların bir gelenek, görenek, örf ve adetleri vardı. O yüzden de herkes nerede ne konuşulacağını bilir, daha yerinde bir deyim ile herkes haddini bilirdi.

Örneğin ortamda güngörmüş insanlar varsa, "Söz gümüş ise, sukut altındır" denilirdi. Anlayacağınız herkes haddini bilirdi. Elbette ki bu herkesin çenesini kapatacağı anlamına da gelmezdi.

Gençlere "Yeni yetmeler" denilir ve kanlarının canlılığına verilerek, bir çok şey hoş görülürdü. 

Ortaya sini açılsa da, masaya kurulsa da, ortada tek tabak olup herkes bandıra bandıra yese de, bir adabı olur, sofranın en büyüğü bandırmadan, daldırmadan yemeye başlanmazdı.

Bunu yazarken büyüklerden duyduğum bir olayı anımsadım.

Antalya'dan Torosları aşıp Fethiye, Denizli, Bodrum, Marmaris dolaylarına geçerken Beydağları'nın tepesinde bir ova vardır, Yalınlı ile başlar Manay, Söğüt ovalarını sıra sıra geçersiniz.

Oralarda Manay ovasının Osmanlı Sipahisi, büyük dedemin de kardeşi olan Muharrem Bey'in tek oğlu olan Mehmet Bey Amca'nın şakayla karışık bir olayını anlattılar bilenler.

Eskiden öyle her köyde bir Cami olsa da, kadrolu imam olmadığından, Ramazan Ayında, köylülerden birisi vakit namazını kıldırdığı gibi, Teravih ve Bayram Namazlarını da kıldırırmış.

Camisi olup, imamı olmayan köylere de  birileri gelir ve Ramazan Ayı boyunca vakit ve Teravih Namazlarını kıldırırdı.  Bayram Namazı sonrasında da, herkes Gönlünden Kopan ne var ise onu, Cami çıkışında kapıya konulan mendilin üstüne bırakırlarmış.

Böyle bir zamanda köye bir genç imam geliyor, işte hali vakti yerinde olan evlerde yatıyor, yiyip, içiyor.

Köye gelen İmam, ilk olarak da Mehmet Bey Amcanın Konağında kalıyor. Köy yerlerinde herkesin evinin önünde, beş on tavuğu horozu olur, Ağır misafir /Konuk gelince de bir horoz kesilir, ortaya bir büyük tepsiye pilavın üstüne nar gibi yağda kızartılmış horoz konulur ve içilen tarhana çorbasından sonra, salata, turşu "Allah ne verdiyse" birlikte yenilir.

Tabi sofranın olmazsa olmazı da yine her zaman olduğu gibi bir tepsi evde yapılan baklava sinisidir. 

Bu muhteşem sofrayı evin ahalisi, varsa yardımcıları, yoksa konu komşu birlikte hazırlar ve misafir de böyle ağırlanır. Tabi emekler de boşa girmez, misafirden arta kalanları da evin kadını, çoluğu, çocuğu hazırlayanlar yer. 

Her şey o kadar boldur ki, misafire konulanların çoğu sofradan kalkar ve ev ahalisinin sofrasında yenilir. Öyle artık falan de nedir bilinmez. Nimet, nimettir, iyisi, kötüsü olmaz.

Böyle bir zamanda Mehmet Bay Amcalara gelen imama da muhteşem bir sofra açılır. Ha bir de hani sofra adabı dedik ya, Mehmet Bay Amca her ne kadar Bey olsa da, misafire hürmeten, önce Hocaya buyur eder, yemeğe başlaması için.

Zavallı hoca kimbilir atı, eşeği ile nerelerden gelmiştir torbasına koyduğu ekmekler ve azıkları ile en son ne zaman karnı doyuncaya kadar yediği böyle bir sofraya oturmuştur.

Zavallı adam, yufka ekmeğini koparır çiğnem yapar ve daldırır bulgur pilavına, eliyle de kopardığı tavuğun budunu, göğsünü, ne var ne yok ise midesine indirir. Tabi sofrada olanlar biraz şaşkındır, yapacak bir şey yok.

Çorba bir kaç çukur çanakta bitse de, konulan kocaman tepsideki horozu, keşkek, yoğurt ne varsa hepsini sünnetlemek lazımdır diyerek sıyırır.

Mehmet Bey Amca'nın olanlara canı sıkılmıştır ama diyecek bir şey yoktur. Sıra baklava tepsisine gelir ama o kadar yemekten sonra, hoca bir iki dilim baklava yer ve "Allah Bereket Versin, Gelmişlerin, Geçmişlerin Ruhuna Varsın" der ve sofradan çekilmek ister.

Beylerin kuşaklarının içinde her zaman bir "Beylik Tabanca" olur. Mehmet Bey Amca, beylik tabancasını çeker ve Hoca'ya:

Ulan Hoca, bu evin de çoluğu çocuğu da vardır,  bu sofradan kalkanları da her halde bu sofrayı hazırlayanlar yiyecektir, maden her şeyi sünnetlemek, sıyırmak sevaptır, bu baklava sinisini de yiyeceksin, der ve silahını kafasına dayar.

Yediklerinden karnı şişmiş zavallı Hoca şaşkın, kem küm, aman Beyim kaç gündür yoldan geldim falan dese de, Bey kızmıştır, sofrada olan köyün muhtarı, Beyin şaka yaptığını gülerek söyler ve üstüne çaylar kahveler derken, ortam sakinleşir, sohbet koyulaşır ve yatsı Namazı ile Teravih Namazı için Cami'ye gidilir ve bir kaç gün daha gece Beyin evinde kalınır.

Olay doğru da, o hoca bunu unutmuş mudur, kimbilir?

İşin şakası bir yana, eskiden (ne yazık ki "eskiden" diyorum, çünkü şimdi bu ne geleneği, göreneği olan aileler o kadar azaldı ki,) her şeyin bir adabı, edebi vardı, çocuklar en başta bu adap, edep, büyüklere saygı ve sevgi kökten öğretilirdi.

Adını aldığım Dedemin iki eşi vardı, Atike ve Gülsüm Ninelerim, mahallenin büyüğü olarak dağa, ovaya nereye gidilirse gidilsin, mutlaka birisi evde kalır, hem yemekleri hazırlar hem de hısım akrabanın işe giden konu komşunun çoluğuna çocuğuna göz kulak olurlar, karınlarını doyururlardı.

Bizim de tıfıllık yıllarımız, Ninelerime bırakılan çocuklar genellikle bizden biraz daha küçükler olurdu. Eeee çocuk bu, neye, ne zaman ağlayacağı belli olmaz ki, haydi birisi başladı mı ağlamaya koro oluşur, Nenelerim de, ilk ağlayanı sırtımıza epiştirir dosdoğru sokakta sakinleştirmeye gider, uykusu geleni de dizlerimizin üstüne koyduğumuz yer minderlerinde beler, uyuturduk.

Tv'lerin günlük programlarında, yakınlarınca yaşanılan taciz ve tecavüzleri, dahası öldürmeleri görünce, aklım hafızam almıyor.

Oktay Akbal, mezarında huzurla uyu, sen yıllar önce İstanbul semtlerinde ki bozulmaları "Önce Ekmekler Bozuldu" diye anlatmıştı ama biz ona da razıyız, üzgünüm ki, insanlar da, toplum da her şey bozuldu.

Biz iyi ki çoğu kişinin pek beğenmediği o feodal kültürün hüküm sürdüğü dönemde ve yerlerde yetişmişiz; hani güngörmüşler derler ya, iyi ki bu günün "dindar ve kindar neslinin yetiştiği" döneme kalmamışız.

Olanlara, toplumun, ailelerin her şeyin bu kadar bozulmasına öyle üzülüyorum ki!.. O ninelerin, dedelerin verdikleri terbiyelere, gelenek göreneklerin heba edilmesine öyle üzülüyorum ki;

Bilmem anlayan olur mu?