Çürütülüyor ve dağıtılıyorsunuz !..

İnsan, insanoğlu garip bir yaratık; bir zamanların insanı gününü yaşar, yarınlarından güzel şeyler bekler ve geçmişe de bir şekilde özlem duyarmış!..

Şimdi mi?

Ne gününden mutlu, mesut;

Ne de gelecekten bir beklentisi, umudu var;

Sadece geçmişe, garip bir özlemle bakıyor, iç geçiriyor.

Gazete ve televizyon haberleri insanın içini karartmayı bırakın, artık içini acıtıyor, karartıyor, kahrediyor. Ölüm, cinayet, şiddet ve korku. Umutlu olmak için de, onca yoksulluğa karşın, gündüz kadın programları, yiyerek değil, gözle duyulacak yemekler nasıl yapılır.

Okullarda öğrenciler bin dertli, kitap sorunu, kantin sorunu, sınıf ve tuvaletlerin temizliği sorunu, yetmedi bir de okula gitme, girme sorunu.

Sorunlara çare üretmesi gerekenler ise, sorunun kaynağı olmaya devam ediyor. 

Emekliler, ücretliler, çiftçiler, dolayısı ile üreten ve çalışanların her birinin ayrı ayrı bin derdi; Kahramanmaraş yöresinin anonim türküsü gibi oldu.

"Bin derdim vardı bin dahi oldu/ Derdimin dermanı aman ha aman/ Gülistan benzimin gülleri soldu/ Gonca-i hanedanın amman ha amman"!..

Artık geçilmeyen, uçulmayan, üretmeyenlerle ile ilgili söze gerek yok, her gün herkes baktığı pencereden atıp, savuruyor.

Çare?

Yok!..

Neden?

Çünkü, dedeleriniz, babalarınız siz sorun yaşamasınlar diye bin bir emek vererek, çabalayarak bir devlet kurmuşlar ve Anadolu topraklarında yaşayan herkes ile de bir MİLLET oluşturmuştular. (Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denilir/Atatürk 1930).

Onlar yaşadıkları köyden, kasabadan yol olmayan patikalardan yürüyerek okullara gittiler, yoksul köylerden alınan gencecek kızlı, oğlanlı çocuklar okullara, Köy Mektepleri'ne, Köy Enstitüleri'ne, götürülüp, eğitim görsünler, Anadolu'ya ışık saçsınlar diye gönderildiler; onlar da İstanbul dahil bir çok büyük ilin konforunu tepip, Anadolu yollarına düştüler.

Oysa bu gün, sayısı bile belli olmayacak kadar çok ilk, orta seviye ve dengi okullar ile üniversitelere öğrenciler kayıt yaptırıp, onlarca sebepten dolayı gitmek istemiyorlar, gitmiyorlar.

Üretiçi, çiftçi artık üretmek istemiyor,  sığırını, tarlasını, bahçesini satıp gitmek istiyor.

Say say bitmez, nereye dokunsanız bin "Ahhhhh!.." duyarsınız!..

Peki neden?

Sebebi, Nazım Baba'nın 1947'de dediği gibi, sensin canım kardeşim.

“Akrep gibisin kardeşim,

korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

Serçe gibisin kardeşim,

serçenin telaşı içindesin.

Midye gibisin kardeşim,

midye gibi kapalı, rahat.

Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.

Bir değil,

beş değil,

yüz milyonlarlasın maalesef.

Koyun gibisin kardeşim,

gocuklu celep kaldırınca sopasını

sürüye katılıverirsin hemen

ve adeta mağrur, koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,

hani şu derya içre olup

deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.

Ve bu dünyada, bu zulüm

senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

kabahat senin,

— demeğe de dilim varmıyor ama —

kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”

Ya bir Allah'ın kulu da çıkıp, "yahu kardeşim, neler oluyor, devlet nerede, ne ve kimin için vardır!.." demiyor!.. 

İnanılmaz!...

Türk Bilgesi Şeyh Edebali, Osmanoğlu Beyliği'nin kurucusu damadı Osman Gazi'ye öğüdü şöyledir. 

"Ey oğul, artık Beysin! .... ..... .... şunu da unutma! İnsanı yaşat ki, Devlet yaşasın"!..

Farkında mısınız, biz artık insanları, özellikle bir devlet ve milletin umudu olması gereken GENÇLERİ YAŞATAMIYORUZ ki, ülkeden kaçıp gidiyorlar.  Siz de, yaşadığı topraklara bile hayrı olmamış insanlara ülke bağışlanmasına göz yumuyor, ses çıkartmıyorsunuz!..

Türkiye Cumhuriyeti'nin 8. Cumhurbaşkanı, Bürokratı ve Devlet Adamı Turgut Özal bile der ki “Devlet millet içindir"!.. 

Peki, o halde bu millet neden kendisine sahip çıkması gereken devletine sormuyor, "Eyyy Devlet, sen kimden yanasın?" diye!..

Anadolu'da bir söz vardır, "El, El'in Eşeğini Türkü Söyleyerek Arar" diye, siz kaybolan eşeğinizi böyle aradığınız sürece, daha çok türkü söylersiniz de;

"Nesini söyleyim canım efendim/ Gayri düzen tutmaz telimiz bizim/ Arzuhal eylesem yar deftere sığmaz/ Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim!.." diyen, 

Şarkışlalı Aşık Serdari'yi (1834-1921) duymazsınız!..

Tabi bu yazılanları da, görmezsiniz!..

Olsun, "ben hala, güneydeyim", de!..

Siz, olanlara, yazılanlara tebessüm etmeye devam edin!..