Öyle bir ülke olduk ki, ne desek boş. Hani bir Atasözü vardır, "Yüz verirsen deliye, gelir s.çar halıya" diye. Bu ülkede uzun yıllardır, herkes kendi yapması gerekeni hep bir başkalarına havale etmiş, seçimlerinden, geçimlerine kadar!..
Eeee bu durumun doğal sonucunu da yine Anadolu'da güngörmüşler söylerler; "El (yabancı), El'in eşeğini türkü söyleyerek arar!.." diye.
O ünlü Nasrettin Hoca fıkrası gibi.
Hoca eşeğini kaybetmiş, dağda, belde sırtında azık torbası ile türkü söyleyerek eşeğini arıyor; bunu gören köylüleri, "hayrola Hoca, bu ne haldir" derler. Hoca da eşeğini aradığını söyler.
Eşek Anadolu'da bir zamanlar çok önemli bir hayvan/araç, her şey idi, dolayısı ile kaybolması istenmezdi.
Köylüler, "ya Hoca, böyle türkü söyleyerek eşek mi aranır" deyince, Hoca da, şu dağın ardına kadar umudum var, türkü de o yüzden, dağın öbür yamacını aşınca da eşeğimi bulamazsam, siz benim feryadımı o zaman dinleyin, der.
Ülkenin, İnsanlarının bu vurdum duymazlığını görünce aklıma Sivaslı Aşık Mesleki'nin (MESLEKİ -Bekir Umut 1848/1939) ta Osmanlı'nın son dönemleri söylediği dizeleri geldi.
"Dolanı Dolanı Gelir/ Ölüm Yavaşça Yavaşça/ Kalem Alıp Yaz Derdini/ Gülüm Yavaşça Yavaşça", ben de aldım klavyemi elime yazmaya başladım. Başladım da, iyi ne var ki de iyi bir şeyler yazayım; sokaklarda gülen yüzleri geçtim "tebessüm" bile yok artık.
Hep diyorum ya çiftçi-tüccar olacağım derken kendimi bürokrasinin içinde buldum. Devlet diye bir şeyin var olduğunu orada gördüm.
Bürokraside olmamı hazırladığım ve kendisinin de çok beğendiği projeden dolayı Üniversiteden hocam Emel Doğramacı istemişti; Bakanlıkta da bu projenin sorumluluğunu bana vermişlerdi ama sorun yaşamak istemiyordum. Bu yüzden Emel Hocama (Doğramacı) gittim, o da beni Hacettepe Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yönetim'de yüksek lisansa yönlendirdi.
O zamanlar kurumlarda bir "Hizmet İçi Eğitim" birimi diye bir birim vardı ve çalışanlara seviyelerine göre, "devlet, kurumlar, halka verilecek hizmet vb" bir çok sahada eğitimler verilir idi.
Şimdi mi, "Acemi nalbant, gavur eşeğinde öğrenir" tarzında, herkes işine geldiği gibi. Yurttaşın sıkıntıya gireceği, mağdur olacağı gibi bir kaygı mı, ne gezer.
“El kesesinden sultanım, develer olsun kurbanım.” Halkımız da bunu maalesef yiyor, hem de alkışlayarak, büyük bir zevkle.
İşin en kötüsü de ne biliyor musunuz, hem yerel (Belediye) hem de genel (Hükümet) yönetimler kendi kafalarına göre bir yol tutturmuşlar gidiyorlar. Bunların yönetsel süreçleri içinde olanların çoğu da "hık deyicinin, ıhhh deyicisi" olmuşlar, istisnaları hariç nemalananları ise, onları (iktidarı) sağlıklarını düşünerek ya keyif içinde ya da sessizler.
Herkesin unuttuğu bir şey vardır, yine Atalar derler ki "Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde gelmez!.."
Bütün bunları görüp, bir yerlerde karşılaştığımız yöneticilere bu farkındalığı anlatmak istediğimiz de ise, "Aaa hemen arkadaşlarıma söylüyorum, sizi arasınlar görüşelim". Tabi ki ses yok, çünkü koltuklara oturunca, bazıları (son zamanlarda çoğu) Dünyayı kendilerinin falan yarattığını düşünürler. Tabi süre dolmaya doğru "şafak atar" ama neye yararsa.
Bunları kişisel bir dert ya da sorundan dolayı yazmıyorum, şimdilik böyle bir derdim, sorunum yok. Hani Cem Karaca'nın "Entel Demokrat" şarkısında dediği gibi, "bu yaz yine güneydeyiz", yani dert kendi derdimiz değil, dert ülkenin ve yurttaşların derdi.
Bize öğretilen bu.
Diyanet'in dergisinde bir paragrafta bu konuda şunlar yazılmış, "Samimi Müslümanın ahlakı, civardaki komşuların farkında olmaktır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.) bu konuda bizler için şöyle bir hayat kılavuzu ortaya koymaktadır: “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” (Hâkim, II, 15; Heysemî, VIII, 167.)".
Daha ne diyeyim ki!..
Çevremde ne kadar bununla dertlerden kim varsa şimdilik kendisi ve çevresi en az etkilenen ya da hiç etkilenmeyecek kimler ile konuştu isem hep aynı dertten mustaripiz. Bu derdi yaşamında kendileri ve yakınları ile hissedenlerin ise böyle bir derdi yok. Ne diyeyim ki.
Maden Mesleki ile başladım onun ile bitireyim.
"Bu Dünyaya Gelen Bilmez/ Ölmeyince Kan Kesilmez/ Mesleki'm Artar Eksilmez/ Zulüm Yavaşça Yavaşça"!..
Evrenin böyle güzel bir bölgesinde doğup, yaşamak bir şans iken, böyle bir döneme rastlamak da neyin nesi.
Anlamadım gitti!...